top of page

Asya'nın Hissettirdiklerinden Bir Tutam

Yazarın fotoğrafı: emreemre

Güncelleme tarihi: 15 Eyl 2018

Kulağımda Pilli Bebek’ten Eylül Akşamı tıngırdıyor, gerçekten bir Eylül akşamı olduğunun sonra farkına varıyorum. Almaata-İstanbul uçağındayım ve bitti. Dönüşe geçtim, yorgunum ama yoğun duygular içindeyim. Yaklaşık 33 gün önce yine bu havaalanından Bangkok’a uçmuştum. Bir ay süren bu gezme macerası uzun gibi gelse de aslında öyle olmadığını dönüş yolunda hissettiriyor. Kısaydı, aynı hayat gibi.

Gezmek bende yoğun duygular uyandırıyor, keşfetmek dürtüsünden belki. Belki de tanıdığım yeni insanlardan, ilk defa denediğim şeylerden. 33 gün, 8 ülke, 20 şehir olmuş. Tam 21 kere uçağa binmişim. Bunlar sadece sayılar ama bu gezileri anlamlı yapan kesinlikle bu sayılar değil. Aksine anlamlı kılan, klişe olacak ama yaşanmışlıklar, edindiğim tecrübeler, bilmediğim ne kadar çok şey olduğu gerçeği. Uzun süredir kafamda döndürüyorum, “Çok gezen mi çok okuyan mı?” sorusunun cevabı nedir diye. Hala bilmiyorum net olarak ama ben kesinlikle ikisinden de besleniyorum. O yüzden de her fırsatta geziyorum ve okuyorum. Bunlar olmadan bir hayat düşünemiyorum.



Ayutthaya'da bir tapınak

Ayutthay'da Wat Mahathat'taki meşhur Buddha yüzü

Biraz önce sayılar derken toplam 64 ülke olmuş 244 içinden. Genele bakınca fena değil gibi geliyor özele gelince daha neler var bu dünyada diyorum, telaşlanıyorum. Telaşlanmak henüz içinden çıkamadığım bir problemim, onu da çözmeye çalışıyorum. Sumatra’da orangutanları görmeye gittiğimde beni gezdiren tur şirketinin sahibi Udin (asıl ismi Nazaruddin ama Batlılar rahat söylesin diye Udin diyor) sırf Sumatra Adası’nı gezmek için 6 aya ihtiyacım olduğunu söylemişti. Çok haklıydı bence, sırf Endonezya’yı gezmek için 3 sene yetmez. Halbuki ben yola çıkarken ne orangutanları ne de Sumatra’yı canlandırmıştım kafamda ama hayatımın en önemli tecrübelerinden birini yaşadım. Gitmeme en çok etki eden de Kamboçya’ya giderken havaalanı dolmuşunda tanışıp 15 dakika sohbet ettiğim Fransız kız oldu. Bu kadar basit aslında.


Bukit Lawang'ta biraz agresif olan orangutanı besleyen rehber

Geziye Tayland, Bangkok’tan başladım. Daha önce Pattaya’ya gitmiştim ama orası o kadar turistik bir yerdi ki bana hiç Tayland hissi vermemişti. Bangkok konusunda da benzer şeyler söyleyebiliriz belki ama Bangkok’un hala tam Tayland hissi veren yerleri var. Bütünsel olarak bakıldığında da başlangıç olarak fena fikir değildi bence. Aslında Myanmar’dan başlamayı düşünüyordum ama Myanmar, Laos ve Vietnam vize konusunda hem zaman hem de para olarak sorun çıkarınca onları elemek zorunda kaldım. İyi ki de yapmışım yoksa daha da sıkışıcaktım.

Tecrübeli bir gezgin olduğumu iddia edebilirim sanırım ama ne kadar tecrübe olsa da ister istemez beklenilmeyenin getirdiği bir heyecan, bir merak oluyor. Kafamda deli sorular dönüyor. Zaten gideceğimi bilen herkes yağmurlu zamanda gittiğimi vurguluyor. O kadar çok programlı yaşamaya alışmışız ki beklenilmezin keyfini alamıyoruz hayattan. Bir kere başladın mı geliyor gerisi aslında. Esas olan hareket etmek, yolda olmak. Bunlardan hangisi size uyuyor bilmiyorum ama hangisi uyuyorsa yapın bence, durmayın. Durmadığınız gibi farklı şeylere de açık olun. Deneyimleyin, gittiğiniz yerlerde Türk restoranı aramayın. Tamam benim gibi akrep ve tarantula yiyin demiyorum ama döner, McDonals hamburgeri de yemeyin nolur. Emin olun gittiğiniz her yerde size uyacak bir şeyler var, hem de çok lezzetli.


Bukit Lawang'ta kaldığım bungalovda Yusuf'un bana hazırladığı yemek

Bangkok Buddhalar konusunda bir aydınlanma yaşamamı sağladı. Çeşit çeşit Buddha varmış ama en keyfi yerinde olan bence yatan Buddha. Tekrar etmekte fayda görüyorum, her gezi benim ne kadar cahil olduğumu ortaya çıkarıyor, siz belki bu yazdıklarımın bazılarını biliyorsunuzdur ama eminim bilmediğiniz bir sürü şey öğrenirsiniz gezerken. İster Budizm için olsun ister başka din, tapınaklardaki para toplama yerleri ve başka ritüeller bana hemen bütün dinlerdeki benzer uygulamaları hatırlatıyor. Ardından da Sumatra’da ağırlıklı Hristiyan olan Toba Gölü’ne giderken kendisi de Hristiyan olan şoförümüze dediğim, “No religion, no woman, no problem” sözünü. Bunun üzerine karşılıklı bir süre gülmüştük. O muhabbet birden aynı arabadaki Fransız çocuğun Yeni Kaledonya diye bir adada çalıştığına götürüyor hatıraları. Yeni Kaledonya hala Fransız egemenliğinde ve Avustralya civarında söylediğine göre cennet gibi bir ada. Yakında bir referendum yapılacakmış ve ada halkı Fransa himayesinde kalıp kalmayacağına karar verecekmiş. Bu konuşma geçerken de ne Yeni Kaledonya’dan ne de referandumdan haberim vardı. Ama sömürüden haberim vardı tabi ki. Fiziksel sömürünün bitmeye başladığı ya da azaldığı ama ekonomik sömürünün devam ettiği hatta daha da kötüleştiği bir devirde yaşıyoruz. Bu durum bana Gana Başkanı’nın Fransa Cumhurbaşkanı önünde yaptığı konuşmayı hatırlatıyor. Ne kadar da günümüzü anlatan gerçekleri ifade etti o konuşmasında. Umarım dünyada onun gibi liderler artar da dünya daha anlamlı bir hale gelir.

Bangkok maceramızı bitirmeden önce iki tane daha güzel şeyden bahsetmem gerekiyor. Birisi kaldığım yerin dibindeki inanılmaz bir caz bar. Yani öyle müthiş caz blues adamı olduğumu iddia edemicem ama iki gece de gittiğim ve ikisinde de inanılmaz gruplarla karşılaştığım bar beni benden aldı gerçekten. Bu durumun Bangkok’ta gerçekleşmesine ben hala şaşırıyorum. Ve ilk gün orada tanıştığım Tayland’lı erkek grubu. Bar çok küçük olduğundan bir masanın yanına kıvrılmıştım ki hemen kaynaştık onlarla Tayland romu eşliğinde. Sonra mekandan kalkıp birkaç yer gezdik beraber. Sonunda kendimi Bangkok merkezin dışında onların mahallesinde buldum. Neyse ki bir “Hangover” vukuatı olmadan dönebildim odama.



Bangkok’tan sonraki durağım Tayland’ın kuzeyindeki Chiang Mai oldu. Gitmeden önce o kadar çok fotoğrafına bakıp o kadar kararsız kaldım ki şimdi iyi ki gitmişim diyorum oraya. Orada da aklımda kalan iki şey var. Birisi tepedeki tapınağa gitmek için sıra beklerken Songthaew (bizdeki bir nevi dolmuş) şoförü arkadaşla yaptığımız sohbet sırasında onun Maraş dondurmasını biliyor çıkması. Sonra da arkadaşına Maraş dondurması satanların yaptıkları hareketleri pet şişesiyle anlatması inanılmazdı. Zaten kendisi müthiş sempatik bir insandı.



Diğer konu ise Chiang Mai’nin tam bir yurtdışından gelip oraya yerleşen insan cenneti olması. Bunlar tabi genelde Avrupa, Amerika ve benzeri yerlerden insanlar oluyor. Ve bu insanlar sahip oldukları Tayland vizesini uzatmak için neler yaptıklarını anlatırken dinleyince ben utandım, onlar eğlendiler. Utanmanın yanında sömüre sömüre bitiremedikleri ülkeleri şimdi de bu şekilde sömürmelerinden tiksindim.

Chiang Mai’de gezimin en güzel turlarından birine katıldım. Chiang Rai ve Altın Üçgen (Golden Triangle) turu. Sabah yediden akşam ona kadar süren ve dolu dolu geçen bir turdu bu. Esas anlamlı kısmı ise Myanmar-Laos-Tayland’ın oluşturduğu Altın Üçgen, orada kimseye ait olmayan ada ve Laos topraklarında geçirdiğimiz süre idi. Laos’ta pirinçten yaptıkları ve çeşitli dertlere iyi geldiği için çeşitli şeyler içine attıkları pirinç viskisinden de bolca tatma fırsatı buldum. İçine attıkları canlılar; kral kobra, kaplumbağa gibi şeyler bu arada. Bölgenin ismi de eroin ticaretinin altınla yapılmasından geliyor. Üç ülkenin de para birimi farklı olduğundan ticaret altınla yapılıyormuş. Bunun yanında şu anda bölgede bolca kumar var.


Altın Üçgen (Golden Triangle) Çin tarafından hediye edilen Buddha heykeli

Daha çok dağ ve orman insanı olduğumdan çok plajlar işim yok ama Tayland’a gitmişken güneye inip adalara gitmemek olmazdı. Orada da ada turlarına katıldım ama o bölgenin bana kattığı en güzel şey yanında kaldığım Mr. Long ailesi ve tanıştığım Tayvanlı arkadaşım Jason’du. Tanıştığınız insanların hayatlarını dinleyince değişik oluyorsunuz.


Ao Nang'ta kaldığım Mr. Long ve ailesi, müthiş insanlar

Tayland’ta toplam 8 günümü geçirerek gezinin dörtte birini bitirmiş oluyordum bir nevi. 8 gün bile inanılmaz tecrübe ve birikimler getirmişti. Şimdi düşünüyorum Tayland üzerine üç tane ayrı yazı yazabilirim. Bakalım yazabilecek myim 😊

Tayland sonrası durağım Kamboçya idi. Kamboçya’da bana bir sürü ilk getirdi. Gecenin bir yarısı çakırkeyf olarak yediğim tarantula ( burada da yinelemek de fayda var, tarantulanın tadı akrepten güzel 😊), Siem Reap’ten Phnom Penh’e gitmekte kullandığım yataklı otobüs ve Sihanoukville’de beni yamultan “happy happy pizza”. Her birinin yeri ayrı ama happy happy pizza bana cidden yaşamadığım bir durum yaşattı. İyi ki de yaşatmış.



O pizza ki içindeki malum madde nedeniyle otuzaltı saat uyumama sebep oldu. Meğersem herkes ondan 1-2 dilim yiyormuş. Bunu nerden öğrendim, Sihanoukville Havaalanı’nda tanıştığım bir Türk aile sayesinde. Hayat bu şekilde tesadüflerle o kadar güzel ki. Üstelik o otuzaltı saat bana ertesi gün için ayarladığım ada turunu kaçırmama da sebep oldu. Benim için hiç de kabul edilemeyecek bu durum, her uyanışım da kafamın dönmesiyle gayet kabul edilebilir oldu 😊. İyi ki sonraki güne uçağım yokmuş yoksa uçağa binme şansım gerçekten yoktu. Bunların hepsi bir ders oluyor bana yolda. Çünkü bence biz kendimizi bile tanımıyoruz henüz tam anlamıyla ki başkalarını ya da çevremizi tanıyalım. Böylece öğreniyorum, besleniyorum.

Yazının başında bahsetmiştim, gezilerde en çok öğreten şeylerden biri de insanlar. Bu gezide de hesapsız kitapsız şekilde karşıma çok çıktı bu insanlardan. En ilginç ve güzellerinden biri Kuala Lumpur’da oldu mesela. Kuala Lumpur’un popüler yerlerinden Batu Mağarası’na gitmiş dönüyordum. Asya’da Über gibi çok kullanılan bir uygualama var, adı Grab. Grab ile hem kredi kartı kullanabiliyorsunuz hem de daha uygun ve güvenli seyahat edebiliyorsunuz. Bunun uygun kısmının o kadar doğru olmadığını Filipinler Manila’da test etme şansım oldu ama ben nakit sıkıntısı çekmemek için Grab’i olabildiğince kullandım. Beni mağaradan Çin asıllı Malezya’lı Thomas aldı. Adlarını Udin örneğinde olduğu gibi bizim anlamamız en yakın isme değiştiriyorlar. Gayet düzgün bir İngilzce ile konuşmaya başladık önce havadan sudan. Sonra konu Türk lirasının durumuna geldi ve ben demeden liranın başına gelenlerden haberdardı. Sonradan öğrendiğime göre günde üç saat dünyada neler olup bitiyor diye haberleri takip ediyormuş. Sonra da konu hayatı kazanmak için neler yaptığımıza geldi. Ben yenilenebilir enerji diyince onunla ilgili de fikirleri olduğunu, üzerinde düşünmüş olduğunu anladım sorduğu sorulardan. Soruları da kesinlikle boş sorular değildi. Sonra muhabbet çok koyu hal alınca yemek yiyip yemediğimi sordu ben de yok diyince hadi sana yemek ısmarlayayım dedi. Oradan başlayan sohbetimiz sabah beni havaalanına ücretsiz olarak bırakmasına kadar gitti. Sen de ben Türkiye’ye gelince beni gezdirirsin dedi bana. Bu şekilde insanlarla karşılaşmak benim insana olan inancımı tazeliyor halen.


Kuala Lumpur'daki Petronas Kuleleri

Diğer bir örnek de Sumatra Bukit Lawang’ta orangutanlar için benim rehberim olan Yusuf ile ilgili idi. Çok az İngilizcesi ile çok müthiş bir bağ kurmuştuk aramızda. Akşam bungalovda ikimiz kalmış, elektrik olmayan ortamda süper keyifli vakit geçirmiştik. Bana bunların keyfini ve hazzını hiçbir şey vermiyor. O yüzden bir sürü sayıyı yan yana koyabiliyorsunuz ama bunların değeri hiçbir şeyle ölçülmüyor işte. Ve esas gezmenin birikimi bu olaylardan geliyor. En sık duyduğum sorulardan biri; yorulmuyor musun oluyor. İşte bu olayları yaşadığı zaman insan fiziksel olarak yorulsa da ruhen dinlendiği için fiziksel yorgunluk yanında fıs kalıyor. Bu arada gerçekten Bukit Lawang’ta orangutanları görmek için trekking yaparken ciddi bir efor harcadım. Ama o eforun sonu hemen aşağıdaki nehirde çocuklukta olduğu gibi donlarla yüzmek olunca ondan da geriye bir şey kalmadı 😊.

Burada Endonezya ve Filipin insanına da ayrı bir yer vermem gerekiyor diye düşünüyorum. Aslında bu seyahat boyunca birkaç örnek haricinde o kadar cana yakın, güleryüzlü ve sempatik insanlarla karşılaştım ki hiç tanımadığım insanların gösterdiği ilgi, yardım isteği anlık da olsa birçok şeyi unutturuyordu. Özellikle Endonezya ve Filipinler’de ister yanlarında kaldığım isterse sokakta denk geldiğim insanların bakışı ve yaklaşımı müthişti. Bir kere sokakta yürürken sizi görüp, yabancı olduğunuzu anlayıp yabancılamak yerine küçük bir gülümsemeyi yapıştırıyorlar. Ben de genelde gülen bir insan olduğum için içime bir enerji doluyor böyle bir ortamda.


Bukit Lawang'ta bira içmeye gittiğim yerdeki ailenin çocuğu

Endonezya'da Toba Gölü'ndeki Tuk Tuk Adası'na geçmeden önce karşılaştığım süper tatlı çete

Filipinler'de dünyanın yeni yedi harikasından sayılan "Yeraltı Nehri"ne girmemi sağlayan aile

Gezinin son gününün bonusu olarak karşıma çıkan Seul metrosundaki tatlılık

Sekiz ülke gezdim sekizinin de para birimi birbirinden farklıydı. Artık neyin pahalı neyin ucuz olduğu kavramının bende kalmadığı durumu yaşadım. Ama genel bir sınıflandırma yapmamız gerekirse, Singapur, Tayvan ve Kore pahalı ülkeler sınıfına, Filipinler, Endonezya, Kamboçya da ucuz ülkeler sınıfına girer diyebilirim. Hele Endonezya gibi müthiş güzel bir ülkenin hala ucuz sınıfta olması çok önemli ve buraya tekrar not düşüyorum ki mutlaka gidip görün. Alaçatı, Çeşme, Bodrum gibi yerlerde bir haftalık tatil yapan birinin ben çok rahatlıkla benzer fiyatlara Endonezya ya da Filipinler’e gelebileceğine inanıyorum. Burada tabi ki en büyük masraf geliş ve dönüş uçak bileti oluyor ama zaman kısıtlaması olmadığı durumlarda onu da bulmak mümkün.

Para birimleri haricinde bölgesel bir ayrım olarak Güneydoğu Asya’da ayrımın Endonezya Filipinler arası başladığını söylemek mümkün. Tayland, Kamboçya, Tayvan ve Güney Kore daha çok Budist, Hindu, Konfüçyüsçü; Malezya ve Endonezya Müslüman, Filipinler ise Hristiyan ağırlıklı ülkeler. Ama bir taraftan Endonezya Müslüman olsa da Bali Hindu, Toba Gölü çevresi de Hristiyan ağırlıklı. Yerel halk, Bali gibi yerlerde tüm dinden insanların gayet barış içinde yaşadığını söylerken, Cakarta gibi büyük şehirlerde Müslüman-Hristiyan tartışmalarının çok olduğunu hatta bazen cami-kilise bombalanması mertebesinde olaylar olduğunu söylüyorlar. Cidden anlam veremediğim konular. Dünyanın her yerinde yaşanan şeyler. Sonunda olan yine masum insanlara oluyor.


Busan'da Türk Mezarlığı

Bu tip geziler bende hep daha fazla görme ve gezme hissi uyandırıyor. Sonra herkes gibi bir hayat koşturmacasının içine girip o duyguyu biraz köreltiyorum istemsiz de olsa. Hala en ideal gezme biçiminin ne olduğu konusunda şüphelerim var. Daha uzun bir süre çıkıp ara vermeden gezmek mi yoksa bu şekilde zaman dilimleri yaratıp sonra tekrar eski hayatımıza dönmek mi. İşte uzun süredir düşünüp cevabını bulamadığım sorulardan biri. Sonraki geziler belki bana bunun cevabını da getirir. Ortaya karışık bir şeyler yazdım, malum kafa da karışık. Sonraki yazılarda görüşmek üzere.

 
 
 

Comments


Üyelik

  • Beyaz Yakadan Karadeliğe Facebook
  • Beyaz Yakadan Karadeliğe Instagram

© 2018 by Hilal Hatip and Ömer Emre Orhan in İstanbul

bottom of page