Gürcistan, hem ailevi yakınlığım hem de coğrafi yakınlığı olmasına rağmen gezmeyi ertelediğim güzel ülke. Anne tarafım Gürcistan’dan gelme, Ordu’lu. Anneannemin arada söylediği Gürcüce cümleleri ve kelimeleri hatırlıyorum. Fakat Fransa’nın Nice şehrine gitmek için uçak beklerken yanımda konuşan 4 gencin ne konuştuklarını anlamak için iyice kulak kesildiğimde, dillere ciddi şekilde meraklı ben, hiçbir şekilde çıkaramamıştım ne konuştuklarını. Sonra kibarca yanlarına yanaşıp ne konuştuklarını sorunca “Gürcüce” dediklerinde kendimden bir nevi utanmıştım. Bütün bunlar beni 2017 Ağustos’unun Kurban Bayramı’na denk gelen kısmında Gürcistan’a götürdü. Gürcistan deyince aklıma şarabı, yeni keşfedilen gelişmeye açık bir ülke olduğu, Avrupa ve Rusya arasından kalmaktan kaynaklanan son dönem karışıklıkları geliyordu. Bir de el değmemiş güzel doğası. Böyle olunca Gürcistan gezisini motosikletle yapmak daha anlamlı hale gelmişti. Gerçi İstanbul’dan sınıra ulaşmanın zaman alacağı ortada olsa da motoru başka şekilde gönderme şansım yoktu. O yüzden gidişte ve dönüşte birer gün Ordu’da konakladım. Elimde bir Gürcistan haritası yoktu, acaba bir şeyler bulabilir miyim diye Trabzon’da tanıdığım bir arkadaşımı aradım. O da beni, bu geziye ayrı bir değer katan Hayrettin Abi ile tanıştırdı. Sağ olsun arkadaşım birkaç değişik haritayı da internetten bulup çıktı almış. Hayrettin Abi ile, haritanın üzerinden giderken, Hayrettin Abi’ye nerelere gideyim diye sorma gafletinde bulundum. O da nereye gitmek istersen diye cevap verince aslında aynı dilden konuştuğumuzu anlamış oldum.
Hayrettin Abi’den de aldığım tüyolarla, tam da akşamüstü sınırı geçip ilk gün konaklaması için Batum’a gittim. Sınırda bu şekilde çok güzel bir manzarayla karşılıyordu beni Gürcistan.
Sabah kalkıp, güzel bir yerde kahvaltı yaparken rota planlaması yaptım kendimce. Başıma Mestia-Ushguli arasında geleceklerden habersiz masum bir gezgin olarak toparlanıp yola çıktım.
Gezi sabah ve öğleye doğru çok keyifli şekilde devam etti. Gittikçe şehirden uzaklaştığımı hissettiren ve doğanın içine gittiğimi gösteren yollardan geçiyordum. Benim bu gezilerde klasik yaptığım şey, yorulduğumda ya da uykum geldiğinde hemen kenara çekip uyumak ya da dinlenmek. Öğle yemeğinden hemen önce çektim kenara biraz dinlendim.
Yol aldıkça, büyük şehirlerden daha çok uzaklaştığımı hissediyordum ve doğaya yaklaşıyordum. Bu yüzden de keyfim ayrı yerindeydi. Öğle yemeğimi çok tatlı 2 kadının (kız anne olduğunu tahmin ediyorum) işlettiği ağaç altı salaş bir yerde yedim. Yemekten sonra 3 arkadaşları onları ziyarete geldi. Aynı dilden tek kelime konuşamasak bile çok keyifli bir yemek yedim sayelerinde.
Yol ilerledikçe daha da keyifli olmaya başlıyor, Gürcistan doğası ve yeşili kendini iyice göstermeye başlıyordu.
Uzaktan dağlar kendini gösteriyor, Ushguli o kadar da kolay olmayacağını bir anlamda hafiften hissettiriyordu. Hissettiriyordu diyorum şimdi ama Mestia’da mola verdiğimde (Mestia Ushguli’den önceki en önemli yerleşke ve Gürcistan’ın kuzeyindeki birçok trekking rotasının merkez noktası gibi. İnsanlar burada kalıp birçok noktaya ya yürüyorlar günübirlik ya da kamp yapıyorlar. Ushguli’de görüldüğü gibi Gürcistan’ın en kuzeyinde yer alan, gayet yükseklerdeki bir köy. Hatta söylediklerine göre Avrupa'nın en yüksek köyüymüş.
Mestia’ya geldim akşamüstü ve nolur nolmaz diyerek benzin aldım. Benzin alırken, genelde yaptığım gibi benzincideki arkadaşa Ushguli’ye gidicem nasıl diye sordum, o da şöyle bir motora bir de bana baktı, bununla rahat gidersin dedi. Böyle dediler mi korkacaksın ama gezinin heyecanından ve hava kararmadan varma motivasyonundan, tamam dedim kesin giderim. Nerden bilebilirdim esas çilem oradan sonra başlıyormuş.
İlk şoku bir köy girişinde nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde motoru yatırınca yaşadım. Şimdi fotoğrafa bakınca burada motor mu yatar diyorum ama o an nasıl olduğunu tam olarak anlamadım cidden. Belki de böyle bir şey olacağına düşünce olarak ihtimal bile vermiyordum. Ama zaten bu sadece bir başlangıçmış sonra anladım. Burada şanslıydım çünkü köylü bir amca sağ olsun bana yardımcı olmuştu motoru kaldırmak için.
Gittikçe gidiyorum ve yol bir türlü bitmiyordu. Mestia-Ushguli arası 47 km ve yaklaşık 2 saat olarak veriyor ve ben bundan aslında kıllanmalıydım. Ama hedefimde hava kararmadan köye bir an önce varmak vardı. Alttaki fotoğraf, köye yaklaşık 10 km kaldığı anlardan birindeydi. Buraya gelmeden önce daha ıssız bir yerde bir kere daha yatırdım motoru. Tam olarak çamur içinde yattı hem de. Ama nasıl oldu bilmiyorum, hiç tereddüt etmeden kalktım, motoru bir güçle kaldırdım ve yola devam ettim. Çünkü başka şansım yoktu, bulunduğum yer ne geceyi geçirebilecek bir yerdi ne de orada öylece kalmayı ben istiyordum. O köye hava kararmadan varılacaktı.
Bir şekilde köye tam hava kararırken vardım, hala kalacağım evi bulamamıştım o yüzden rahatlama şansım yoktu. Bu arada telefona yüklediğim maps.me uygulamasında kalacağım evi bulmuştum ama orada gözüken yolları ben sanki normal yollarmış gibi algılamışım, ne büyük hata. Köyün hemen girişinde bir bar, hem biraz nefes alıp hem de tam olarak nereye gideceğimi anlamak için sormak istiyordum. Şansıma kalacağım evin sahipleri işletiyormuş, biz de seni bekliyorduk dediler. Çok memnun oldum durumdan. Yolu tarif ettiler, tam giderken yol çatallaştı, bu arada hava da iyice kararmış tabi, yanlış yöne girmişim. Yol üstünde bir teyze, ineğini sağıyor (neden akşam akşam hiç fikrim yok), selem verip yanından geçiyorum, yolda koca koca taşlar, nasıl ilerliyorum hiçbir fikrim yok, biraz daha gidiyorum, yol bitti. Oradan o kocaman motorla geri döneceğim, of ki of. Sırtımdan deli gibi terler boşalıyor, dönüşte yine teyzeyi görüyorum tabi, farlar kadının gözünde, taburesini kenara çekiyor oflayarak, haklı, kaskın içinde utanıyorum ama ne yapabilirim. Sonra diğer yoldan tırmanıyorum, baya baya taşlar, ama artık mecbur gideceğiz. Bir tarif daha alıyorum ev için, iniyorum başka bir yoldan aşağıya, o karanlıkta bir kere daha düşmemem bence mucize. Neyse eve yakın bir yere geldiğim belli, durup bakıyorum navigasyona. Ama evi bulamıyorum, ama motor sesini duyan ev ahalisi gelip beni buluyor. Büyük huzur, harmanda yerleri varmış, motoru çekiyorum harmana, derin bir nefes alıyorum. Aşağıdaki fotoğraflar o çılgın gecenin sabahından. Dikkat ederseniz henüz cip işin içine girmedi 😊
Kaldığım ev çok tatlı bir teyzenin, ikiz kızlarıyla yaşıyor, beraber. Kızlardan biri yönetmen, diğeri de Tiflis’te yaşıyormuş. Sonra hatta yönetmen olanın filmini gördüm “Dede” diye ödül almış bir festivalde.
Artık varmanın rahatlığı ile sanırım yaklaşık 1 litre chacha (evlerde yapılan Gürcü votkası) içiyorum. Sonra teyzenin yaptığı güzel bir yemek yiyorum, keyfim yerine geliyor. Sonra bir anda o gün hiç yağmamış yağmur başlıyor. Kızlar burada fazla yağmaz, en fazla 15 dakika diyorlar ama bana pek öyle gelmiyor.
Yağmur bütün gece sağanaklı bir şekilde yağıyor ve ben nasıl döneceğimi düşünmeden edemiyorum. Ve bana başka bir yol olmadığını söylüyorlar. Bakalım sabah ola hayrola.
Sabah uyanıyorum, yağmur durmuş ama ortalık baya ıslak.
Köyden şehre ulaşım ciplerle sağlanıyor genelde, evin önünden geçen bir cip şoförüne kızlar soruyorlar, yollar nasıl diye, adam kötü diyor, iş makinaları girmiş yollara, düzeltiyormuş. Bu arkadaşın ileride benim yol arkadaşı olacağını o sırada bilmiyordum. Bütün veriler o gün yola çıkmamın çok riskli olacağı yönünde ve kafamda bütün olasılıkları döndürüp duruyorum. En sonunda giyinip köyün merkezine bir yürüyüş yapmaya karar veriyorum. Köyün merkezinde girişte bir köprü var, orada bütün cip dolmuşlar bekliyor, bizim yolu sorduğumuz arkadaş da orada. Başlıyorum onunla geyiğe, nasıl yol iyi miymiş, falan da filan da. Hani muhabbet dediysem de çat pat anlaşıyoruz birkaç kelime İngilizce ile. Sonra karşıdan bir cip geliyor, bunu gören arkadaş espriyi yapıştırıyor, motoru bagaj olarak götürsene diye. Gülüyoruz geçiyoruz derken, gözüm bunun arabasına takılıyor. Arkası çift sıra koltuk, bunlar yatıyor mu diye soruyorum. Evet diyor, göz kararı yatırıyorum onları, kabaca motorun boyutlarını düşünüyorum, diyorum ki benim motor bunun içine sığar var mısın? Önce gülüyor, sonra düşünüyor, en sonunda el sıkışıyoruz. Evin önüne gelmeyi de ikna ediyorum onu. Ve tam 5 kişi yaklaşık 1 saat uğraştıktan sonra motoru cipin içine yerleştiriyoruz.
Bu kararı almak benim için kolay olmadı tabi ama bir şekilde değerlendirme yapmak durumunda kaldım. Kendimce bazen de bırakmak zorlamamak gerekli dedim. Değişik oldu ben beğendim.
Dönüş yolunda da geçtiğim yerleri görünce bir kez daha iyi ki böyle yapmışım dedim. Belki daha iyi motorcular aynı yoldan sorun yaşamadan dönebilirdi ama ben bu sefer risk almamayı seçtim, sonuçta daha gezilecek yerler vardı. Özellikle de buna benzer yaptığım su geçişleri ve bunlardan birinde motoru yere yatırma ihtimali her şeyi orada bitirebilirdi.
Dünküne göre çok daha sempatik bir yolculuktan sonra Mestia’ya vardık.
Bir şeyler yiyip o gün orada mı kalsam yoksa yola devam mı etsem değerlendirmesi içinde, yola devam etmemeye karar verdim. Orada kalıp biraz daha sakin bir şekilde kalan günleri düşünmek istedim. Hemen kendime bir ev bulup, yerleştim. Biraz dinlendikten sonra Mestia’yı gezmeye çıktım. Güzel küçük ara sokaklarda yürürken güzel bir bar bulup yerleştim ve gezide başımdan geçenleri not aldım, chacha ve bira eşliğinde.
Oradan kalktıktan sonra devam ettim kafama göre yürümeye. Bir yerlerden gelen çok güzel yerel müzik dikkatimi çekti, o müziğe doğru gittim.
İçeride Gürcü bir grup ki sonradan bir arkadaşlarını uğurlayacaklarını söyleyip gittiler, bir de sonradan tanışacağım Polonyalı bir çift vardı. Polonyalı çiftle uzun bir sohbet yaptık, hatta çocuk motora binmek istiyormuş ama kız karşı çıkıyormuş falan diye konuşurken çocuk birden ben de bugün bir motorcu gördüm, motoru cipe yüklemişti fotoğraflarını çektim dedi. Hadi ya o kimmiş derken bana aşağıdaki fotoğrafı gönderdi sonradan.
O mekanda uzunca bir sohbetten sonra kalkıp başka bir yere gittik. Tam çıkarken bir de baktım masada kek dolu bir tepsi ve çevresinde bir sürü kadın toplanmış. Bir nevi gün gibi, hemen şirinlik yapıp tepsiye uzandım, sağ olsunlar onlar da beni kırmadı.
Böylece bu gezinin en can alıcı kısmı geçmiş oldu. Sonrasında Tiflis’e de uğrayıp sonra tekrar Ordu’ya döndüm. 2005 yılından beri kullandığım motosikletle yaşadığım en ilginç maceralardan biri olarak kaldı Ushguli. Ama gezdikçe, gördükçe, daha çok maceralar beni bekliyor.
Benzer bir hikayeyi Ayşe ile benim Kazbegi'nde yaşamışlığımız var.